Kayıtlar

Parçalanmış Hissettiğinde

Gezip dolaşmak istersek dünya yeterince büyük. Öte yandan, gezip dolaşmak için dünya çok büyük. Ömrümüzü harcasak bile göremediğimiz, bilemediğimiz çok şey geride kalacak. Bir sahil gibi—yaklaştıkça büyüyen dünya—sonlu görünse de, merceğimizi değiştirdiğimiz ölçüde sonsuz. Buna karşın, hayatımız yeterince şanslıysak, bilmediğimiz bir noktada tükeniverecek bir kaynak. Sonlu bir kaynağı sonsuz bir işe harcamak akıl işi gibi görünmüyor. Mesele gidilen ülkelerin çetelesini tutmak değil. Ülkelerin sayısı arttıkça şehir şehir yanlarına tik atmak, fotoğrafları gruplamak, anıları arşivlemek de değil. Gittiğimiz her yerde bizden olan, fark edilmemizi bekleyen bir parça var. Bu parçanın ne olduğunu bulmak yine bize düşüyor. Yine de bir yolculuğun amacı eksik bir şeyi bulmak olmamalı. Eksik olanı tamamlamak için yapılan her yolculuk, resimde yeni boşluklar bırakarak tamamlanacak. Daha fazla yere gittikçe hem oraya hem kendimize daha yabancı hissedeceğiz. Boşlukları doldurmak bir görev haline geld...

Vedalardan Korkmayın

Hayatın içinde, fark etmeden ne çok insanla kesişiyoruz. Mahalledeki fırıncı, otoparktaki görevli, apartmanın güvenliği, iş arkadaşları, dostlar, sevgililer... Birçoğu için—özellikle başta saydıklarım için—düşüncemiz, yokluklarının hayatımızı çok da etkilemeyeceği yönünde. Ekmek güzel olduğu sürece fırıncının bir önemi yok. Park yeri bulabildikten sonra parayı kime verdiğimizin bir önemi yok. İşimi değiştirdiğimde yeni iş arkadaşlarım olurken, öncekilerin en yakınını bile bir gün hiç görmeyeceğim. Dostlar, ne kadar yakın olsalar da seninle mezara gelemezler. Ama bir sabah kalkıp fırının kapalı olduğunu gördüğümüzde ne hissederiz? O ekmek bir yerden yine alınır. Peki dün ekmek alırken fırıncıyı son kez gördüğümüzün farkında mıydık? Duvardaki o yanlış yazılmış tabelaya son kez gülümsediğimizi hiç düşünmedik. Üzerinde “Afiyet olsun” yazan o kağıda sarılı ekmek, elimizi bir daha öyle yakmadı. Belki bir gün bambaşka bir yerden aldığımız ekmeği kağıda saran o fırıncıyı gördüğümüzde, zihnimiz...

Başladığı Yerde

 Günün son ışıkları da kaybolurken, yaşlı adam bu mahalledeki bilmem kaçıncı turuna başlamıştı. Yine, yeniden... Her sabah kalkıp iki vesayetle buraya geldiğinin mahalleli bile farkında değildi. Onlardan biri olmuştu artık. Hava iyice kararırken tekrar sokağa girdi. Üzerinde farklı bir yorgunluk vardı; havaların da ısınmaya başlamasıyla bu seferki yolculuk onu daha çok yormuştu. “Hadi bu sefer,” diye söylendi. Zaman zaman, en istemediği anlarda gelen o his... İşte bu sefer yine gelmişti. Son birkaç adımını zar zor attı ve tüm gücüyle kapıyı yumruklamaya başladı. Perdeleri kapatıp ışıkları yeni yakmış olan genç çift, bir panik içinde kapıya koşturdu. Kapıya geldiklerinde, yaşlı adamı iki büklüm, zor nefes alırken gördüler. Bir an ne yapacaklarını bilemediler. Sokak ise, sanki adamın lehine çalışmak için bomboştu. Yaşlı adam derdini anlatmaya çalışırken sadece kem küm edebildi. Genç adam koluna girip onu içeri aldı. İkisi de “Neyiniz var?” diye sorup durmalarına rağmen, adam cevap ve...

Eksiksiz Malzeme

En ön safta birbirinden uzak üç adam duruyordu. Eskiden böyle değillerdi belki ama bugün, en yakın olmaları gereken anda bile birbirlerine bu kadar uzaktılar. Büyük olan tabuttan hiç ayrılmadı; cenaze arabasına yükleyene kadar hep yanındaydı. Ardından kendi de ön koltuğa oturdu. Diğerleri köşe kapmaca oynar gibi son görevlerini yerine getirdiler. Böylece biraz daha yaklaşmışlardı. Bundan sonra kalacağı yere koymak da büyük olana düştü. Arabadan indirirken de babasını bırakmamıştı. Sırayla küreği aldılar. Bu oyunları oynamaya yıllarca o kadar alışmışlardı ki herkes bilmesine rağmen üç kardeşin yıllardır konuşmadığını kimse kanıtlayamazdı. Bu görevi de tamamladıktan sonra gelenleri ağırlamak için baba evine gittiler. Burada da her biri başka bir işle meşguldü. Büyük olan hocayı almaya gitti, ortanca gelenleri karşılayıp taziyeleri kabul etti, küçük olansa yemek ve çay servisiyle uğraştı. "Yine hizmet etmesi bana kaldı," diye düşündü. Evde herkes kendi köşesine çekilmişti. Sanki...

Zoraki Performans

Son bir iç çekti. Gözlerini sildi, ardını dönüp evden çıktı. Parasını peşin almıştı. Eve dönerken “Bugün de karnım doydu… biraz daha et koysalardı.” diye düşündü. Eve girer girmez gözlerine damla attı. Yeni müşteri var mı diye telefonunu kontrol etti ama ne arama ne mesaj vardı. Biraz sosyal medyada dolandı. Belki bir fırsat çıkar diye düşündü. Bu iş artık günlük hayatının bir parçası olmuştu. İş yerindekiler, “cenazem var” deyip erken çıkmasına başta şaşırmışlardı. Ama işler yetiştiği sürece ses etmemeye başladılar. Bunun bir bahane olduğunu kabullenmişlerdi. Oysa yalan söylediği yoktu. Cenazeler onun profesyonel işiydi. Bir seferinde yakın arkadaşına “bir nevi oyunculuk” demişti. Birçok insanın duygularıyla hemhal oluyordu artık. Birkaç seferden sonra ağlamaya başlamak için zorlanmıyordu. Uzun süre bekledi, ama kimseden haber gelmedi. “Öğlen camiye giderim.” diye geçirdi içinden. Sabah telefonun sesiyle uyandı. Boğazını temizlerken “Bugünün işi de çıktı.” dedi. Ekrana baktığında aray...

Pencereye Yaslanma

Salon sessizdi. Konuk koltuğundaki yaşlı kadın geçmişi anlatırken aniden perde aralandı. Perdenin ardında, top sakallı şarkıcı belirdiğinde Selma birazdan olacakları anladı. Yılların yükü ve hiç yaşanmamış bir aşkın izleri gözlerine doldu. Üniversiteye gitmek üzere yola çıktığı o güne gitti zihni. Yanında dostu Vlado sessizce bavulunu taşıyordu. Kalabalığın arasında yalnızca ayak sesleri ve bavulun ara ara taşlara çarpışı duyuluyordu. Selma’nın içinde yeni hayatının merakı; Vlado’da ise henüz söyleyemediği kelimelerin telaşı vardı. Tren garında sessizliği ilk bozan Vlado oldu: — Vitaminlerini almayı unutma. Selma hafifçe gülümsedi. Kara trende kompartımanını buldular, bavul yerleştirildi. Sonra sıkıca sarıldılar. Camdan dışarı baktığında hâlâ oradaydı. Bir şey söyleyecek gibiydi. İçinde biriken cümleleri toparlamaya çalıştı. Olmuş ve olacak bir çok şey o an aklından geçti . Tam cesaretini toplamıştı ki demir tekerler sarsıldı, tren hareket etti. — Selma!   Bütün gücüyle bağırd...

Takip

— Hakan? Meydanın karşısında o tanıdık yüzü gördüğünde kendini tutamayıp dışından da söyledi. Bu kadar yıla rağmen hiç değişmemiş olduğuna oldukça şaşırdı. Saçları ağarmış, yüzü kırışmıştı ama yürüyüşü... o hâlâ aynıydı. Meydanın kalabalığı, arabaların gürültüsü... seslense de duyamazdı zaten. Gençliklerindeki gibi renkli giyinmesi işini kolaylaştırdı. Bayağı ardında olsa da kalabalık içinde onu kolayca takip edebiliyordu. Cebindeki paketi yokladı.   — Aynı yaştayız ama onun ciğerler sağlam tabii. Soluklanmak için bir anlık durduğunda yerin altına inen merdivenlere gözü takıldı. Şimdi kepenkleri kapalı, büyük ihtimalle depo olarak kullanılan bu dükkânda bilardo oynadıkları günleri hatırladı. Köşedeki masa, duvardaki sararmış afiş, kaybedilen maçlar...   Zaten o günler hep kısa sürmüştü. Gözden kaybetmeden takibe devam etmeliydi.   Ama ya o değilse? Yürüyüşü aynıydı. Renkli gömlek de ama... Önde giden dönmeden köşede biraz duraksadı. Bu vakti arayı biraz dah...